Gazete Güneş / Yazar Bilgehan Tepeli’nin söyleşi ve röportajlarını içeren ‘’Buz Kafesi’’ isimli kitabı okuyucularıyla buluştu.
Bize kısaca kendinizi tanıtır mısın?
Tabii ki kendimi tanıtayım. 2 Ocak 1996 Tekirdağ/Çorlu doğumluyum. Babamın Asker
mesleği gereği birçok il gezdim ve en sonunda 2008 de tekrar anne memleketim olan
Tekirdağ da bugüne kadar yaşamayı devam ettim. Burada lise öğretimim de Bilişim
Teknolojileri ve Teknik Servis okudum. Üniversite de burada bulunan Namık Kemal
Üniversitesinde Deniz ve Liman İşletmeciliğini okudum ve açıktan yatay geçişle Anadolu
Üniversitesinde Uluslararası Ticaret ve Lojistik Yönetimi bölümünü tamamladım. Bu süreçte
4 sene boyunca tiyatro oyunculuğu da yaptım. İşin akademik kısmı dışında ise, genel olarak
dergilere yazılar yazdım ve arkadaşımla kurduğum “Seninkafa” adlı site de editörlük yaptım.
Şiir, deneme, hikaye, roman gibi türlerde de bir çok yazılar yazdım. Boş kalan vakitlerimi ise
araştırmalarla geçiriyorum ve sürekli kendimi geliştirmeye çalışıyorum. Benim için yazmak,
ruhumu besleyen en önemli faktördür.
Eserinizden kısaca bahseder misiniz?
Tabii öncelikle kitabın arka kapaktaki kısa özetini söyleyeyim; “Barbaros, eşi Mehpare, oğlu Asil ve kızı Gamze ile mutlu bir hayat yaşıyordu. Ta ki Kuzgun Holding'e transfer olana kadar... Bu arka kapaktaki kısa özet dışında şunu söyleyebilirim; bu kitap tek seri olacak ve hiç |
kimsenin aklında soru kalmayacak bir biçimde sonlanacak. Okuyucu kitabı okurken kendi zihninden, kitap karakterlerin zihnine transfer olacak ve bu süreç eminim ki onlara birçok şey katacaktır. Kitabın verdiği birçok mesaj var. Bu mesajların okuyucunun hayatında bir takım değişiklikler yapabileceğini düşünüyorum. |
Edebiyat çevrelerinde nasıl karşılandı kitabınız? Nasıl geri dönüşler oldu?
Kitap okuyan ve yazan kişilerden olumlu yorumlar aldığımı söyleyebilirim. Genel olarak herkesin ortak söylediği şey; akıcı, tekrara düşmeyen ve bir çırpıda biten bir kitap olduğu. Açıkçası tam olarak bunu hedeflemiştim ve şimdilik bana gelen geri dönüşlerin de dilediğim gibi olması beni mutlu etti. Yazarken kendim dışında her zaman okuru da düşünüyorum. Bu yüzden samimi diyaloglar da ekliyorum. Ayrıca okurun belli sayfalarda odağı kaybolmasın diye de onları daha dinç tutacak ve şaşırtacak ters köşeli sahneler yazıyorum. Bu kitabın uzun süre hafızalarında yer edinmesi de bir başka amacım. Frank Kafka’nın da dediği gibi; “Eğer okuduğumuz bir kitap bizi kafamıza vurulan bir darbe gibi sarsmıyorsa niye okumaya zahmet edelim ki?”
İyi yazmak için bir formül var mıdır size göre?
Aslında yazarken ilk dikkat edilecek unsur, ruhumuzun hangi duygu durumuyla beslendiğidir. Önce bunu anlamak lazım. “Aşk mı?” “Ayrılıklar mı?” “Kavuşmalar mı?” “Sessizlik mi?”
Hangi duygu durumu içinde daha anlamlı yazdığını anladıktan daha iyi yazmaya başlıyorsun. Sana ait cümleleri seçiyorsun ve onları bir cümle halinde şekillendiriyorsun. İyi yazmanın formülü en başta ne yazacağını bilmektir diye düşünüyorum. Gürültülü zihnimizden yanlış cümleleri çıkarıp ortada en yalın, en düzgün cümleleri bıraktığımız zaman, onlar kendi yolunu bulur ve bizi en doğru konuya doğru götürür.
Biraz da yazma stilinizi sormak istiyorum. Nasıl çalışıyorsunuz, sabahları mı başlıyorsunuz yazmaya yoksa gece yazanlardan mısınız?
Aslında günün her diliminde yazabiliyorum. Tamamen o an ki hissiyatımı bağlı. Tabii bir farklılık olarak gece yazdığım yazıların daha içten ve daha samimi olduğunu söyleyebilirim. Parlak bir gökyüzü değil, kasvetli bir gece benim hislerimi harekete geçiriyor ve daha net yazmaya başlıyorum. Gece yarısı, günün koşuşturması bitmiş, kendimle baş başa kalmış bir halde olduğum zaman duygu ve düşüncelerim saklandığı kuytu köşelerden daha rahat çıkıyor. Açığa çıkmaya bekleyen cümleleri anlamlı bir sıraya diziyorum ve içimdeki fırtınaları bir nebze de olsa dindiriyorum.
Yazarken karşılaştığınız zorluklar oldu mu? Yazmak ve yayınlamak; sizin için hangisi daha zordu?
Yazarken belli başlı zorluklar yaşadığım oldu. Benim çalışma tekniğim; ilk baş senaryoyu yazıp daha sonra içeriği doldurmaktır. Açıkçası senaryo konusunda bir problem yaşamadım. Asıl zorluk aslında içeriği doldurmaya başlayınca başladı. Çünkü yazdığım bu kitapta karakterlerin duygularının yansıtılması çok önemli idi. Karakterin yaşadığı duygu değişimlerine girmek için hep kafamda onlar gibi yaşadım ve bu yer yer bana stres yarattı. Bu roman da ki ana karakterlerden hiç kimse masum değildi ve onların yaşadığı ruh hallerini yansıtmak bir hayli zordu. Benim için meşakkatli bir yol oldu fakat karakterlerimi en sonunda istediğim gibi yansıttım ve bu kitap içime sinince bastırma kararı aldım. İşin bir zor kısmı da burada başladı çünkü piyasada bulunan yayınevleri ile bir iletişimim yoktu. Bu yüzden bende derinlemesine bir araştırma yaptım. Bir süre sonra da yeni kurulan ve büyümekte olan Oleksa Yayınevi’ni gördüm ve onlarla anlaşma sağladım. Bu süreçte fark ettim hem yazmak, hem yayınlamak, ikisi de birbirine eş değer derece de zor süreçlerdi.
Yeni kitaplar var mı peki yakında?
Bu konuda güzel gelişmelerden bahsedebilirim. Yeni bir kitap yazmaya başladım ve tüm
kurgusunu tamamladım. Artık içeriğini de doldurmaya başladım. Bu kitabımda farklı yeni bir
ülke kuracağım ve orda yüksek dozda aksiyon dolu bir macera bizi bekleyecek. Bir solukta
bitireceğiniz bir kitap olması için elimden geleni yapıyorum. Bu kitabımda mümkünse en az 3
seri yapmak istiyorum. Buz Kafesi gibi tek seri olmayacak. Yeni kitabın devam serilerini
yazarken o sıra 13 tane ayrı hikayeden oluşan bir kitapta çıkarmayı planlıyorum. Daha sonra
yeni kitaplarda elbet gelecek. Zihnimdeki her kelime ait olduğu cümleyi bulana kadar
yazmaya devam edeceğim. Bana damarımdaki kanın aktığını hissettiren olay yazmaktır.
En son okuduğunuz roman hangisi hatırlıyor musunuz?
Evet hatırlıyorum, bu gelecekte geçen bir bilim kurgu kitabıydı. Richard K. Morgan tarafından yazılan “Düşmüş Melekler” adlı bu kitap, yazarın “Değiştirilmiş Karbon” adlı kitabının devam serisi niteliğindeydi. İlk baş dizisini izlemiştim ve çok beğendiğim için 2 kitabını da satın almıştım. Nihayetinde yakın gelecekte son serisi olan “Dirilen Öfke” adlı kitabı da Türkçeye çevrildi ve onu da kısmet olursa almayı düşünüyorum. Genel olarak araştırarak bilinmedik kitaplar keşfetmeyi severim fakat bu sefer gözümüzün önündeki cevher niteliğinde ki bu kitabı kaçırmamam gerektiğini hissettim.
Okur sayısının arttırılması için neler yapılmalıdır?
Öncelikle okuru kazanmak için kitabın ne anlattığını ve onlara neler kazandıracağını fark
ettirmemiz lazım. Gündelik hayatta izledikleri birçok dizinin ve filmin kitaplardan çıktığı bir
gerçek. Onlara, o diziyi veya filmi izlemeden önce kendi kitabını mutlaka okunması
gerektiğini söylemeliyiz çünkü film ve dizilerde ki hazır görsel yerine kitap okuyarak o
sahneleri kendi gözümüzde canlandırmamız daha iyi bir hayal gücüne sahip olmamızı
sağlayacaktır. Hatta kitapta geçen sahneleri gözümüzde canlandırdıktan sonra ne kadarını
doğru canlandırdığımızı dizisi veya filmi ile ölçebiliriz. Bu da heyecan verici bir olaydır. Bu
fikri savunup çevremize anlatabiliriz. Başka bir yöntem olarak da; başlangıçta onları
sıkmayacak, az betimlemeli, bol diyaloglu, okunması daha kolay kitaplar önermeliyiz.
Kitapların zihnimize şifa verdiğini onlara fark ettirmeliyiz.
Vakit ayırdığınız için teşekkür eder, çalışmalarınızda kolaylıklar dilerim.
Teşekkür ediyorum ve bende size çalışma hayatınızda başarılar diliyorum. Benim için keyifli ve kıymetli bir söyleyişi oldu. Son olarak da okumayanlar için adının neden “Buz Kafesi” olduğunu izah edeyim; Kitabın baş karakterlerinden “Asil Derin”, yaşadığı bazı kötü olaylardan sonra hiçbir duygu hissetmemeye başlıyor ve kendi duygularının bir buz gibi donduğunu fark ediyor. Cayır cayır yanmasını istese de artık hissizleşmişti. Bu yüzden içinde bulunduğu durumu şöyle özetliyordu; “Dünyanın bir ucuna gitsem de anılarım peşimi bırakmıyordu çünkü bu bulunduğum Buz Kafesi aslında zihnimin ta kendisiydi...”
Umarım ruhumda barındırdığım hisleri sizlere yeterince aktarabilmişimdir. Bana vakit ayırdığınız için tekrardan teşekkür ediyorum. Bir dahaki projeler de görüşmek üzere.
Haber Editörü : Kürşat Taş
YORUMLAR